YENİDEN DEĞERLENDİ Akıllı cihazların artmasıyla birlikte artık internet, her an yanımızda. Oyun sektöründe de mobille birlikte eskiye dönüş yaşandı. Oyun oynama çılgınlığının ilk başladığı zamanlardaki ufak oyunlar, mobille birlikte tekrar hayatımıza girdi. Mobil oyunlar sayesinde özellikle yeni yetişen nesil, oyunlar üzerinde daha kolay para harcamaya alıştı. Şu anda oyunlar için para harcayan ciddi bir kitle olduğu ortada.
Sektörde harcanan paranın artmasıyla birlikte iyi oyuncular da artık birer sporcu olmaya başladı. Bununla birlikte espor ve esporcu kavramları doğdu. Ülkemizde de 15 bin kişinin katılımıyla bir spor salonunun tamamını doldurabilen kitlelerle organizasyonlar düzenlenmeye başlandı. Espor, yeni oluşan bir kavram. Bu nedenle Türkiye’de ciddi açıklar mevcut. Girişimcilerin ve oyuncuların bu alana yönelik işler yapmaları yerinde olur. Biz de oyna.com olarak sitemizi, tamamen bu yönde geliştirmeye başladık.
Hasan Yaşar/İmza İnternet Teknolojileri
Bu sayfalar girişimci yazarlara açıktır. 150 kelime ile yazın, paylaşın… [email protected]
ALINAN SONUÇLAR Dünyada özellikle Youtube ve Twitch üzerinden yayın yapan başarılı oyuncuların olduğunu görebiliyoruz. Genç yaşlarına rağmen binlerce dolar kazanan bu gençler, kendilerine özel kitleler oluşturuyor. Ülkemizde yapılan turnuvaların uluslararası ayaklarında, Türkiye’yi temsilen giden yarışmacıların da oldukça iyi sonuçlar aldığını görebiliyoruz. Oyun sektörüne giriş yapmayı düşünen kişilerin, hem araştırmaları daha iyi okuyup analiz etmesi hem sektörden insanlarla görüşmesi gerekiyor. Çünkü 18 yaşında bir genç, bir kamera, bir konsolla yaptığı video kayıtlarıyla milyon dolarlar kazanabiliyor. Yani burada yaş, yatırım maliyeti gibi kriterler oldukça değişkenlik gösteriyor. Ülkemizden başarılı esporcular çıkacağını düşünüyorum. Fakat aynı zamanda esporcuları destekleyen platformların ve girişimlerin artması gerektiğine de inanıyorum. Espor kavramı gelişirken espor için hizmet veren, içerik sağlayan girişimler de birlikte büyüyecektir. Köşe başları dolmadan hızlı hareket etmek ve yer edinmek oldukça mantıklı olacaktır.
Her şey cesaretle başladı
Cüneyt Bulan/Cisim Mühendislik
Cisim Mühendislik, ben ve İbrahim Çalık’ın ortak girişimiyle 2010 yılında 20 bin TL sermayeyle kuruldu. Biz kurucular tarafından tasarlanıp geliştirilen AGV’lerin (Otomatik Yönlendirilmiş Araç) ilk satışını, Bosch’a gerçekleştirdik. 5 ay gibi kısa bir zamanda yaptığımız bu satışlarla kuruluş sermayesini 10 katına çıkardık. Bu gelişmelerin ardından AGV dışında özel makine konusunda da faaliyetlere başlayarak yabancı ve yerli şirketler için üretime geçtik. Yıl içinde Oyak-Renault Elektrikli Otomobil Batarya Hattı için alınacak toplam 29 adetlik büyük AGV projesi için teklif verdi. Üretmiş olduğumuz AGV’ler, Fransız AGV’lerinden üstün ve yetenekli bulunarak Fransız ortaklı Oyak-Renault tarafından tercih edildi. Alınan bu projeyle birlikte nitelikli personel sayısını 18’e çıkardık, net satış hasılatını da 2011’e kıyasla 6 kat artırmış olduk. 2012 yılında ise bünyemize yeni bir iş kolu daha ekledik ve ihracata odaklandık. Türkiye’de yapılmayan ve tamamen yurtdışından ithal edilen beyaz eşya komponentlerinin ömrünü test eden sistemler geliştirmek üzere AR-GE ve inovasyon çalışmalarına başladık. Yıl içinde toplam 32 adet test sistemi geliştirilerek ömür test sistemleri konusunda marka haline geldik. Bu başarımızın temelinde, Türkiye için bir marka ve teknoloji şirketi yaratma amacı var. Daha önce yapılmayanı yapmayı tercih etmek başarı getirdi.
Cisim Mühendislik olarak hayallerimiz çok geniş. Kimsenin cesaret edemediği yüksek teknolojili bir makineyi (AGV) tasarladık. Seri üretilebilir hale getirdik. Son 3 yıldır üzerine her ay yeni bir şeyler ekledik. Asla değiştirmekten korkmadık, vazgeçmedik. Dünyada proje zorluklarından dolayı hiçbir AGV şirketinin cesaret edip giremediği Rusya’da proje yaptık. Daha bitmedi, biz bu işe yeni başladık.
ŞİRKETİNİZİ NE ZAMAN SATMALISINIZ?
Evan Williams/Twitter’ın kurucusu
30 Ekim 2008 tarihinde Twitter’ın direktörler kuruluna şöyle başlayan bir e-posta göndermiştim: “Bana göre bir şirketi satmanın 3 nedeni vardır. Bunlardan herhangi birisi satış için yeterlidir.” Bu e-posta aslında çok büyük bir şirketten aldığımız bir teklif üzerinde kısaca tartıştığımız bir sürece verilen bir cevaptı. Twitter, 2008 yılında kuşkusuz bugün olduğundan çok daha küçük bir şirketti. Çalışan sayımız 50’nin altındaydı, halka arzdan sadece 20 milyon dolar civarında fon bulabilmiştik ve kullanıcı sayımız da muhtemelen 10 milyondan azdı. Satın alma o dönemde hiç de o kadar aptalca bir fikir değildi. Üzerinde bir parça düşündükten sonra direktörler kuruluna “Satmamızı Gerektiren 3 Neden” başlıklı bir rapor sunmuştum:
1. Bu teklif şirketimizin artılarını dikkate alıyor
Her şirketin doğal büyüme sınırları vardır. Şayet yılda 250 bin dolarlık satış hacmi olan kahve dükkanınıza birileri, 10 milyon dolar önerdiyse sırf finansal perspektifle baktığınızda hemen satmanız gerektiği çok nettir. Finansman, perspektiflerden sadece biridir. Ancak çok sayıda hissedarınız varsa o zaman o ciddiye almaya mecbur olduğunuz bir perspektiftir. Söylentilere göre Google, 2002 yılında Yahoo’dan gelen 3 milyar dolarlık teklifi elinin tersiyle geri çevirmişti. Geçmişe dönüp bakıldığında bu çok kolay bir kararmış gibi görünür. Çünkü Google, o zamanlar bir behemot yani devasa bir yaratık gibiydi. Larry ile Sergey’e göre o süreçten alınlarının aklarıyla çıkabilirlerse bu şirketin kat be kat daha değerleneceği muhtemelen çok netti. Ancak her şirkete, Google ölçeğinde bir fırsat nasip olmuyor. O dönemlerde MySpace’e 300 milyon dolara satılan Photobucket’a dikkat çekmiştim. Bu bana böyle bir servis için devasa bir kazanımmış gibi gelmişti. Şayet birkaç yıl önce bana Blogger için buna benzer bir teklif verilseydi mantıken evet derdim.
O dönemde Twitter için masada duran teklif, her ne kadar yığınla para ve yatırımcılar ile işe dahil olanlar için devasa bir kazanım olsa da sanki gelecekteki olumlu gelişmeleri içermiyor gibiydi. Her ne kadar o sıralar büyük bir şirket değilsek ve bize kuşkuyla bakanların sayısı oldukça fazla ise de ben bizim potansiyelimizin sınırsız olduğunu düşünüyordum. Ancak satmak için başka nedenler de vardır…
2. Eli kulağında tehditler
Potansiyel varsa risk de vardır. Ancak potansiyeli yakalama şansınızın normalden daha zayıf olduğu ve belki de tamamıyla kontrolünüz dışında olduğu durumlar da vardır. YouTube’un yasal sorunlar ve PayPal’ın da dolandırıcılık tehlikeleri yüzünden başlarının nasıl ağrıdığını bir düşünün. Her iki şirketin de devasa çıktıları vardı, ancak o dönemler kurumsal bir ebeveyn peşinde koşarak finansallar ve getirilerin yanı sıra güvende olmayı da garantilemişlerdi. Onlar belki de kendi türlerinde güçlü birer halka açık şirket olmak için aradan zaman geçmesini ve büyümeyi bekleyebilirlerdi. Ancak bir başka neden daha olabilir…
3. Kişisel tercihler
Bazen kurucular veya diğer kilit insanlar, gerçekten tükenmiş olabilir. Bu gerçekten de çok yaygındır ve ardından çok sayıda küçük satın alma gelir. Büyüyen şirketler için bu pek geçerli değil, çünkü herkesin yerini bir başkası alabilir. Özellikle de şirketin işleri iyi gidiyorken… 2003 yılına dönüp baktığımda Blogger’ı Google’a satma kararını verirken bir hayli zorlandığımı hatırlıyorum. Finansal getirisi net değildi. Daha büyüyecek tonlarca alanımız vardı ve gerçek anlamda hiçbir tehditle yüzleşmiyorduk. Ve masada daha fazla fon için bir ön protokolüm bile vardı. Ancak sonunda mecbur kalmıştım, çünkü Google’ın yarattığım bu şey için kendi potansiyelini tam anlamıyla yakalayabileceği en iyi yuva olduğunu hissetmiştim. Ayrıca başka bir şirket daha kurmak istediğimi de biliyordum ve birkaç yıl sonra daha zeki ve daha iyi olanıyla ortaya çıkacağımı düşünüyordum. Twitter vakasında bizim satmaya hiç niyetimiz yoktu. Bu e-posta Twitter kurul üyelerinin akşamları yataklarında neredeyse sonsuza kadar düşünmelerine neden olan bir tartışma başlatmıştı. O günden bu yana ben satın alma sorunuyla yüzleşen arkadaşlarımın zihinlerini açmaya yardımcı olmak için hep bu çerçeve çalışması üzerinden gittim.
0 yorum