Pandeminin en büyük çıktısı, her sektörde dijitalleşmenin hızlanması oldu. Bu konuda çözüm üreten girişimlerin potansiyeli de arttı. Dijitalleşmenin oturmadığı alanları destekleyen kurumsal, bireysel ürünler ve ödeme sistemlerinde büyük potansiyel var.
1- Pandeminin en önemli öğretisi ne oldu? Kurumsal şirketler bu süreçte neler öğrendi ve start up’lara ne tür fırsat kapıları açıldı?
Pandeminin en büyük çıktısı, her sektörde dijitalleşmenin hızlanması oldu. Daha önce 10 yıl gibi planlı ve uzun süreçler sonucu dijitalleşmeyi planlayan kurumsal dünya, bu süreci birkaç ayda tamamlama yoluna gitti.
Her sektörde dijitalleşmenin hızlanmasıyla birlikte bu konuda çözüm üreten girişimlerin potansiyeli de doğru orantılı şekilde arttı. Sağlık, uzaktan eğitim ve uzaktan çalışma başta olmak üzere dijitalleşmenin henüz oturmakta olduğu alanları destekleyen kurumsal, bireysel ürünler ve dijital ödeme sistemlerinde büyük potansiyel mevcut.
2- Yeni dünya düzeninde hangi alanlarda, hangi girişimlerin yatırım almada daha avantajlı olacağını düşünüyorsunuz?
Pandemiyle birlikte son kullanıcılardan büyük şirketlere kadar bir teknoloji adaptasyonu artışı olduğu aşikar. Talepteki artışın beraberinde gelen arzdaki artış, teknolojik çözümler arasındaki rekabetin kızışmasına ve start up başına düşen pazar payının azalması riskine sebep oldu.
Bununla beraber yatırımcılar için rekabetin değeri yatırım kararlarında daha büyük rol oynamaya başladı. Halen donanımlı ve heyecan veren ekipler yatırım tarafında daha avantajlı. Pandemiyle birlikte evden çalışmanın getirdiği küresel iş gücü ortamı, Türkiye’de yerleşik yazılımcıların yurt dışına iş yapmasını kolaylaştırdı.
Sonuç olarak yazılımcıların fırsat maliyeti çok yükseldi. Bu sebeple teknik yazılımcısını ekibe katabilenler, yatırım anlamında daha şanslı.
Girişimler için yatırımcıların göz önünde bulundurduğu diğer önemli rekabet unsurlarından birkaçı, müşterilere nasıl gideceklerini belirttikleri Go-To-Market stratejisi, pazarda başka rakiplerin doğmasını önleyebilmek adına yarattıkları giriş bariyerleri ve ‘gizli sos” dediğimiz, rakiplerin isteseler de kolayca uygulayamayacakları bir rekabet avantajı.
Özellikle derin teknoloji ve beraberinde gelen fikri mülkiyet savunması (IP-Defensibility) girişimler için güçlü bir giriş bariyeri ve gizli sos sağlıyor. Yatırımcıların en çok ilgisini çeken de kopyalanamaz teknolojik çözümler oluyor.
3- Türk ekosistemiyle karşılaştırdığımızda daha olgun ekosistemlerdeki yatırım miktarları farklılık gösteriyor. Bu tablo Türk girişimcilik ekosistemindeki girişimci ve yatırımcı tarafında ne tür etkilere sebep oluyor?
Girişimciler, şirketlerini tanıttıkları sunumlarda bütün dünyadan yatırım ve çıkış örneklerinden bahsediyor ve değerlemesini de bu örneklerden feyz alarak belirliyor.
Paralelde her yatırımcının yatırım tezindeki ekosistemlerde, girişimin bulunduğu seviyeye, metriklerine ve diğer birçok parametreye bakarak belirlediği ortalama bir değer oluyor. Elbette bu Türk ekosistemindeki yatırımcı için de farklı değil. Bu durum, girişimci ve yatırımcı arasında beklenti farklılıkları doğurabiliyor.
Yatırımcı tarafındaysa en büyük etki, yatırımcının yurt dışındaki, özellikle de Amerika ve Avrupa gibi olgunlaşmış ekosistemlerdeki girişimlere yatırım yapmak istediği durumda gözlemleniyor. Olgunlaşmış ekosistemler söz konusu olunca girişimin seviye ve metriklerine karşılık gelen değerlemeler de artıyor.
Bu ekosistemlerdeki girişimciler, Türk yatırımcıların yatırım yapabilecekleri tutarların farkında. Bu nedenle Türk ekosisteminden yatırımcılara biraz çekimser yaklaşabiliyorlar. Ekosistemdeki sermaye miktarı ve yatırım iştahı, olgunlaşmış ekosistem tanımında en büyük rol oynayan faktör.
Genel olarak Avrupa ile Amerika ekosistemlerini kıyasladığınız zaman da iki ekosistem arasında büyük farklılıklar gözlemliyoruz. McKinsey’nin araştırmalarına göre Avrupa’daki girişimlerin aldıkları sermayeye oranla ürettikleri gelir, Amerika’dakinin neredeyse iki katı.
Bu da aslında Amerika’daki sermaye bolluğu ve yatırım iştahının Avrupa’dan fazla olduğunun, bunun yanında Avrupa’daki girişimlerin daha verimli olduğunun altını çiziyor. Bunun yanında Avrupa’daki girişimlerin, kaynak yetersizliğinden Amerika’dakilere kıyasla daha erken batması da olumsuz bir etki yaratıyor.
Avrupa ekosisteminin kültür ve coğrafya olarak en yakın ekosistemlerden birisi olması da benzer dinamikleri Türk ekosistemine getiriyor. Diğer taraftan az kaynağın zorunluluktan dolayı yaratıcı fikirler ve kuvvetli rekabet avantajı getirdiğini de unutmamak lazım.
Son zamanlarda yeni desteklerle beraber toplanan fonlar ve artan sermaye Türk ekosisteminde güzel bir hareket yarattı. Yabancı yatırımcı ilgisini de getiren bu hareketin olumlu etkilerini ilerleyen zamanlarda göreceğiz.
4- Getir’in aldığı son yatırımla unicorn olması Türkiye start up ekosistemine nasıl katkı sağlar? Lokalde büyüyen bir girişimin böylesine başarı elde etmesi algıları nasıl değiştirdi?
Geçen 2 yıl içinde Türkiye coğrafyasından veya Türk kuruculardan çıkan girişimler, Türk girişimcilik ekosisteminin uluslararası anlamda görünürlüğünü artırdı. Bu sayede ekosistemdeki diğer girişimler yatırım turlarındaki bu iştahtan faydalanabilme şansı yakaladı.
Şu ana kadar Türkiye coğrafyasından iki unicorn çıktı, ben bu sayının ileriki dönemde hızla artacağına inanıyorum. Bunun nedeni, özellikle son dönemlerde start up’ların sadece Türkiye pazarını değil, öncelikli global pazarı hedeflemeye başlaması. Pandemi süreci bunu daha da hızlandırdı.
5- Etki yatırımcılığının Türkiye’deki yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Etki yatırımcılığını, “çevresel” ve “sosyal” olarak iki alt başlıkta incelemek daha uygun olur. Çevresel etki yatırımcılığının, 21’inci yüzyılın trend konularından biri haline geldiğini ve bunun üzerinde yeni jenerasyonların bilinç seviyesinin büyük etkisi olduğunu görüyoruz.
Özellikle son zamanlarda çevresel etki yatırımcılığına öncülük eden Bill&Melinda Gates Vakfı’nın sürdürülebilirlik odaklı destekleri, Elon Musk’ın düşük karbon emisyonu konulu çözüm çağrısı, ABD’deki yeni yönetimin sürdürülebilirlik projeleri için ayırdığı büyük destek fonuyla Amerika’dan başlayan sürdürülebilirlik rüzgarı Türkiye’deki çevresel etki yatırımcılığına ilham oluyor.
Sürdürülebilirlik alanında genelde yüksek teknoloji içeren iş modelleri ve patentli projeler beraberinde getirdiği kuvvetli rekabet avantajı sayesinde yatırımcıları heyecanlandırıyor.
Silikon Vadisi gibi olgunlaşmış ekosistemlerde, oturmuş hibe ve destek programları olduğu için yüksek teknoloji start up’ları yatırımcı karşısına çıkmadan önce kendilerini yeterli seviyeye getirecek network ve sermaye bulabiliyor.
Gelişmiş ekosistemlerde yüksek teknolojili sürdürülebilirlik start up’ları, yatırımcıların karşısına patentini almış, müşteri bazında iş modelini valide etmiş, gelir üretmeye başlamış şekilde çıkabildikleri için erken ve ileri aşamalarda nakit bulmaları Türkiye gibi gelişmekte olan ekosistemlere nazaran daha kolay oluyor.
Böylelikle daha çabuk ilerleyebiliyorlar. Türkiye’de bu dinamiği konuşabilmek için henüz erken. Çevresel ve özellikle sürdürülebilirlik odaklı hibe ve destek programlarının olgunlaşmasıyla beraber Türk ekosisteminde de benzer bir durum görmek mümkün olacak.
Mevcut durumda yüksek teknolojik işler yatırımcılar tarafından erken aşamalarda yüksek riskli olarak yorumlanıyor. Çünkü yatırımcının karşısına çıkan yüksek teknoloji start up’ı, henüz proje aşamasından yeni yeni bir iş modeline oturtulmaya çalışılan, piyasada test edilmemiş ve tam olarak hayata geçmemiş bir formda oluyor.
Bu da çevresel etki yatırımcılığının en çok ilgi çeken tarafı olan yüksek teknoloji yatırımlarının yolunun tıkanmasına sebep oluyor. Diğer taraftan özellikle Avrupa’daki üretim şirketlerinin sürdürülebilirlik metriklerini raporlama zorunluluğu ve atık yönetimi sorunları, B2B iş modellerinin yoğunlaşmasını ve yatırım miktarlarının artmasını sağladı.
Bu noktada da büyük şirketlerin dijitalleşme eğilimleri ve start up ekosistemine olan ilgileri, girişimlerle sinerjilerinin önünü açtı. Benzer gelişmelerin Türkiye ekosistemine de taşınmasının formülü aynı; oturmuş hibe ve destek mekanizmaları, sürdürülebilirlik regülasyonları ve büyük şirketlerin dijitalleşme ve çevreyi koruma motivasyonları.
Sosyal etki yatırımcılığının çevresel alana göre Türkiye’de biraz daha olgun ve yaygın bir alan olduğunu söylemek mümkün. Fırsatları demokratik hale getirmek, yani her insanın aynı temel imkanlara sahip olabilmesini sağlamak, sosyal girişimciliğin en çok ilgi çeken alanlarından biri.
Örneğin bütün çocukların benzer eğitim imkanlarına sahip olmasını sağlayan platformlar, finans alanında her türlü para transferi ve cüzdan gibi hizmetlerinin eşit olmasını misyon edinmiş finansal teknoloji yazılımları sosyal girişimciliğin sayısız güzel örneklerinden.
Etki yatırımcısının beklentisi, ortalama bir yatırımcınınkinden çok farklı değil. Yatırımcı günün sonunda yatırım yaptığı girişimin ölçeklenmesini, ivmeli bir şekilde büyümesini ve etkisinin mümkün olduğu kadar büyük olmasını istiyor.
Daha sonrasında da olası çıkış senaryolarını ve yatırımını ne kadar katlayabileceğini düşünüyor. Etki start up’larının özgün bir gelir modeliyle yatırımcısına büyüme potansiyelini gösterebilmesi gerekiyor.
0 yorum